Otomatik Ayar Ne Demek?
Selam forumdaşlar,
Bu akşam sizlerle biraz garip ama bir o kadar da tanıdık bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hayat bazen öyle anlar yaşatıyor ki, bir kavramın anlamını sadece sözlükte değil, kalbimizde öğreniyoruz. “Otomatik ayar” da benim için öyle bir kavram oldu.
Başta bir telefon, bir makine ya da bir cihazla ilgili zannederdim. “Kendi kendine ayarlıyor işte,” der geçerdim. Ama sonra fark ettim ki, insanlar da bazen otomatik ayar moduna geçiyor — farkında olmadan, kalplerini korumak için, hayata uyum sağlamak için, başkalarına belli etmemek için…
---
Bir Akşamüstü, İki Dünya
Hikâyemiz bir yaz akşamında başlıyor.
Elif ve Murat, beş yıldır evlilerdi. İkisi de birbirini çok seviyordu ama farklı dünyaların insanlarıydı. Murat, mühendis kökenliydi; düzeni, sistemi, çözümü severdi. Her şeyin bir tuşu, bir mantığı, bir çözüm yolu olmalıydı. “Sorun varsa çözülür, duygusallaşmanın anlamı yok,” derdi sık sık.
Elif ise bambaşka bir yerden bakardı dünyaya. Sanatla ilgilenir, insan hikâyelerini dinler, duyguların karmaşasından anlam çıkarırdı. Onun için bir şeyin çözümü değil, anlamı önemliydi. “Bazı şeyler tamir edilmez, hissedilir sadece,” derdi.
O akşam yemek masasındaydılar. Konu, evdeki televizyon kumandasının bozulmasına gelmişti.
Murat gülümsedi, “Otomatik ayar bozulmuş, sinyali bulamıyor,” dedi.
Elif ise iç çekti, “Keşke kalbimizde de öyle bir tuş olsa… basınca her şey kendiliğinden düzeliverirdi.”
Murat başta anlamadı, sonra sessizlik oldu. Çünkü Elif’in sözleri aslında evlerindeki cihazdan değil, içlerindeki sessizlikten bahsediyordu.
---
Otomatik Ayar: Bir İnsanın Savunma Hâli
O günden sonra Murat bu “otomatik ayar” kelimesi üzerine düşünmeye başladı.
İş yerinde bir arkadaşının tartışmasında sessiz kalışını gördü. Kendi kendine, “O da otomatik ayara almış kendini,” dedi.
Sonra fark etti ki, biz insanlar aslında sık sık bu moda geçiyoruz.
Yorgunken, üzülürken, kırıldığımızda ya da artık konuşacak gücümüz kalmadığında…
Bir düğme var sanki içimizde; bastığımızda duygular sessize alınıyor, yüzümüz gülmeye devam ediyor ama içimiz susuyor.
Elif bunu yıllar önce öğrenmişti. İnsanların arasındaki ilişkilerde, özellikle kadınların dünyasında “otomatik ayar” bir hayatta kalma biçimiydi.
Kadınlar kırıldıklarını belli etmeden, içlerinde fırtına koparken bile “iyiymiş gibi” davranmayı öğrenmişlerdi.
Erkeklerse bu durumu genellikle anlamazdı; çünkü onlar çözüme odaklıydı. “Ne oldu, neden üzgünsün?” değil, “Nasıl düzeltebiliriz?” diye sorarlardı.
Ama bazı şeylerin çözümü yoktu, sadece duyulması gerekiyordu.
---
Bir Gün Murat’ın Ayarı Bozuldu
Bir sabah Murat işe giderken arabası bozuldu. Trafik, stres, yetişememe korkusu derken sinirle direksiyona vurdu. “Yine mi, yine mi ayar bozuldu?” diye söylendi.
O anda aklına Elif’in sözü geldi: “Keşke kalbimizde de öyle bir tuş olsa…”
Bir an durdu, aynada kendi yüzüne baktı. Kaşları çatılmış, gözleri yorgun, dudakları sıkılıydı.
Belki de onun kalbi de uzun zamandır “otomatik ayarda”ydı. İşte bu fark ediş, onun için bir dönüm noktası oldu.
O akşam eve döndüğünde Elif onu mutfakta çay demelerken buldu. Murat sessizce yanına oturdu, bir şey söylemedi.
Elif şaşırdı, çünkü normalde Murat her şeyi açıklamak isterdi.
Bu kez sadece fısıldadı: “Elif, galiba ben de otomatik ayara geçmişim.”
Elif gülümsedi, gözleri doldu. “Demek sonunda hissetmeyi hatırladın,” dedi.
O an, iki insan birbirini yeniden buldu. Çünkü bazen bir cihazı değil, kalbi yeniden ayarlamak gerekiyordu.
---
Erkek Mantığı, Kadın Kalbi
Forumdaşlar, bu hikâyede bir fark dikkatimi çekiyor.
Erkekler genelde “bozulan şeyi düzeltmek” ister.
Kadınlar ise “neden bozulduğunu anlamaya” çalışır.
Murat televizyonu tamir etmek isterken, Elif duygularını anlatmak istiyordu.
Bu, aralarında bir çatışma değil aslında bir dengeydi.
Çünkü hayat, bazen mantığın soğukkanlılığıyla duygunun sıcaklığı arasında gidip gelir.
Erkekler “otomatik ayar”ı bir çözüm olarak görür; sistemin kendi kendine toparlanması gibi.
Kadınlarsa “otomatik ayar”ı bir savunma olarak yaşar; duygularını bastırmanın, dış dünyadan korunmanın yolu olarak.
Ama ikisi de aynı şeyi ister aslında: huzur.
Kimisi sessizlikte bulur, kimisi paylaşmakta.
---
Hikâyenin Özeti: Otomatik Ayar, Hayatın Sessiz Direnci
“Otomatik ayar ne demek?”
Artık biliyorum ki bu sadece teknolojik bir terim değil.
Bu, bir insanın kendini koruma refleksi.
Bir kadının ağlamak yerine gülümsemesi, bir erkeğin suskunluğu, bir çocuğun “iyiyim” demesi…
Hepsi birer otomatik ayar aslında.
Ama unutmamak gerek, her sistemin bazen manuel ayara ihtiyacı olur.
Birinin gözlerinin içine bakıp “Nasılsın, gerçekten?” diye sormak gibi.
Bir kahve molasında kalbini anlatmak gibi.
Bir sessizliği paylaşmak gibi.
---
Forumdaşlar, Sıra Sizde
Siz hiç “otomatik ayara” geçtiniz mi?
Bir tartışmada, bir ilişkide, bir iş gününde…
Bazen farkında olmadan, bazen bilinçli olarak?
Paylaşın forumdaşlar, çünkü hepimizin içinde o tuş var.
Kimi onu unutmuş, kimi çok sık basmış, kimi de artık çalışmadığını sanıyor.
Ama belki de en güzel ayar, kendi kalbimizin sesini yeniden duymakta gizlidir.
Belki de otomatik ayar demek, susmak değil…
Kendini yeniden duymayı beklemek demektir.
Selam forumdaşlar,
Bu akşam sizlerle biraz garip ama bir o kadar da tanıdık bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hayat bazen öyle anlar yaşatıyor ki, bir kavramın anlamını sadece sözlükte değil, kalbimizde öğreniyoruz. “Otomatik ayar” da benim için öyle bir kavram oldu.
Başta bir telefon, bir makine ya da bir cihazla ilgili zannederdim. “Kendi kendine ayarlıyor işte,” der geçerdim. Ama sonra fark ettim ki, insanlar da bazen otomatik ayar moduna geçiyor — farkında olmadan, kalplerini korumak için, hayata uyum sağlamak için, başkalarına belli etmemek için…
---
Bir Akşamüstü, İki Dünya
Hikâyemiz bir yaz akşamında başlıyor.
Elif ve Murat, beş yıldır evlilerdi. İkisi de birbirini çok seviyordu ama farklı dünyaların insanlarıydı. Murat, mühendis kökenliydi; düzeni, sistemi, çözümü severdi. Her şeyin bir tuşu, bir mantığı, bir çözüm yolu olmalıydı. “Sorun varsa çözülür, duygusallaşmanın anlamı yok,” derdi sık sık.
Elif ise bambaşka bir yerden bakardı dünyaya. Sanatla ilgilenir, insan hikâyelerini dinler, duyguların karmaşasından anlam çıkarırdı. Onun için bir şeyin çözümü değil, anlamı önemliydi. “Bazı şeyler tamir edilmez, hissedilir sadece,” derdi.
O akşam yemek masasındaydılar. Konu, evdeki televizyon kumandasının bozulmasına gelmişti.
Murat gülümsedi, “Otomatik ayar bozulmuş, sinyali bulamıyor,” dedi.
Elif ise iç çekti, “Keşke kalbimizde de öyle bir tuş olsa… basınca her şey kendiliğinden düzeliverirdi.”
Murat başta anlamadı, sonra sessizlik oldu. Çünkü Elif’in sözleri aslında evlerindeki cihazdan değil, içlerindeki sessizlikten bahsediyordu.
---
Otomatik Ayar: Bir İnsanın Savunma Hâli
O günden sonra Murat bu “otomatik ayar” kelimesi üzerine düşünmeye başladı.
İş yerinde bir arkadaşının tartışmasında sessiz kalışını gördü. Kendi kendine, “O da otomatik ayara almış kendini,” dedi.
Sonra fark etti ki, biz insanlar aslında sık sık bu moda geçiyoruz.
Yorgunken, üzülürken, kırıldığımızda ya da artık konuşacak gücümüz kalmadığında…
Bir düğme var sanki içimizde; bastığımızda duygular sessize alınıyor, yüzümüz gülmeye devam ediyor ama içimiz susuyor.
Elif bunu yıllar önce öğrenmişti. İnsanların arasındaki ilişkilerde, özellikle kadınların dünyasında “otomatik ayar” bir hayatta kalma biçimiydi.
Kadınlar kırıldıklarını belli etmeden, içlerinde fırtına koparken bile “iyiymiş gibi” davranmayı öğrenmişlerdi.
Erkeklerse bu durumu genellikle anlamazdı; çünkü onlar çözüme odaklıydı. “Ne oldu, neden üzgünsün?” değil, “Nasıl düzeltebiliriz?” diye sorarlardı.
Ama bazı şeylerin çözümü yoktu, sadece duyulması gerekiyordu.
---
Bir Gün Murat’ın Ayarı Bozuldu
Bir sabah Murat işe giderken arabası bozuldu. Trafik, stres, yetişememe korkusu derken sinirle direksiyona vurdu. “Yine mi, yine mi ayar bozuldu?” diye söylendi.
O anda aklına Elif’in sözü geldi: “Keşke kalbimizde de öyle bir tuş olsa…”
Bir an durdu, aynada kendi yüzüne baktı. Kaşları çatılmış, gözleri yorgun, dudakları sıkılıydı.
Belki de onun kalbi de uzun zamandır “otomatik ayarda”ydı. İşte bu fark ediş, onun için bir dönüm noktası oldu.
O akşam eve döndüğünde Elif onu mutfakta çay demelerken buldu. Murat sessizce yanına oturdu, bir şey söylemedi.
Elif şaşırdı, çünkü normalde Murat her şeyi açıklamak isterdi.
Bu kez sadece fısıldadı: “Elif, galiba ben de otomatik ayara geçmişim.”
Elif gülümsedi, gözleri doldu. “Demek sonunda hissetmeyi hatırladın,” dedi.
O an, iki insan birbirini yeniden buldu. Çünkü bazen bir cihazı değil, kalbi yeniden ayarlamak gerekiyordu.
---
Erkek Mantığı, Kadın Kalbi
Forumdaşlar, bu hikâyede bir fark dikkatimi çekiyor.
Erkekler genelde “bozulan şeyi düzeltmek” ister.
Kadınlar ise “neden bozulduğunu anlamaya” çalışır.
Murat televizyonu tamir etmek isterken, Elif duygularını anlatmak istiyordu.
Bu, aralarında bir çatışma değil aslında bir dengeydi.
Çünkü hayat, bazen mantığın soğukkanlılığıyla duygunun sıcaklığı arasında gidip gelir.
Erkekler “otomatik ayar”ı bir çözüm olarak görür; sistemin kendi kendine toparlanması gibi.
Kadınlarsa “otomatik ayar”ı bir savunma olarak yaşar; duygularını bastırmanın, dış dünyadan korunmanın yolu olarak.
Ama ikisi de aynı şeyi ister aslında: huzur.
Kimisi sessizlikte bulur, kimisi paylaşmakta.
---
Hikâyenin Özeti: Otomatik Ayar, Hayatın Sessiz Direnci
“Otomatik ayar ne demek?”
Artık biliyorum ki bu sadece teknolojik bir terim değil.
Bu, bir insanın kendini koruma refleksi.
Bir kadının ağlamak yerine gülümsemesi, bir erkeğin suskunluğu, bir çocuğun “iyiyim” demesi…
Hepsi birer otomatik ayar aslında.
Ama unutmamak gerek, her sistemin bazen manuel ayara ihtiyacı olur.
Birinin gözlerinin içine bakıp “Nasılsın, gerçekten?” diye sormak gibi.
Bir kahve molasında kalbini anlatmak gibi.
Bir sessizliği paylaşmak gibi.
---
Forumdaşlar, Sıra Sizde
Siz hiç “otomatik ayara” geçtiniz mi?
Bir tartışmada, bir ilişkide, bir iş gününde…
Bazen farkında olmadan, bazen bilinçli olarak?
Paylaşın forumdaşlar, çünkü hepimizin içinde o tuş var.
Kimi onu unutmuş, kimi çok sık basmış, kimi de artık çalışmadığını sanıyor.
Ama belki de en güzel ayar, kendi kalbimizin sesini yeniden duymakta gizlidir.
Belki de otomatik ayar demek, susmak değil…
Kendini yeniden duymayı beklemek demektir.